maya mitolojisi ne demek?

Maya mitolojisi, Mezoamerikan mitolojisinin bir parçasıdır ve doğanın kişileştirilmiş güçlerinin, tanrıların ve bunlarla etkileşime giren kahramanların ana rolleri oynadığı tüm Maya masallarını kapsar. Maya sözlü geleneğinin diğer kısımları (hayvan masalları, halk masalları ve birçok ahlaki hikâye gibi) burada dikkate alınmaz.

Kaynakça

Yazılan en eski Maya mitleri 16. yüzyıldan kalmadır ve Guatemala Yaylası'ndaki tarihi kaynaklarda bulunur. Bu belgelerin en önemlisi, Kʼicheʼ'nin yaratılış hikâyelerini ve Kahraman İkizler, Hunahpu ve Xbalanque'ın bazı maceralarını içeren Popol Vuh'dur 1 .

Yucatán bir diğer önemli bölgedir; Chilam Balam'ın Yucatec Kitapları, önemli ölçüde antik döneme ait mitolojik bilgiler ve mitolojik parçalar içerir.

19. ve 20. yüzyıllarda, antropologlar ve yerel halkbilimciler, genellikle İspanyolca veya İngilizce ve yalnızca nadiren Maya dili metniyle birlikte birçok hikâyeyi kağıda döktüler. Çoğu Maya masalları, İspanyol anlatı geleneklerinin yerli hikâyelerle etkileşime girdiği tarihsel bir sürecin sonucu olsa da, bazı masallar İspanyol öncesi zamanlara kadar uzanmaktadır. 21. yüzyılın başında geleneksel masalların sözlü aktarımı kapanış aşamasına girmiştir.

Sembolizm

Maya geleneklerinde diğer ulusların gelenekleriyle parelellik gösteren sembollerden bazıları şunlardır:

Mısır: Mayalar’ın temel sembollerinden biridir. Mayalar’ın kutsal kitaplarından Popol-Vuh’ta ilk yapılan Ademler’le sonraki Ademler’in yoğurulduğu maddelerin aynı olmadıkları belirtilir. Önce toprağın kullanıldığı, verim alınamayınca, sonra tahıl (mısır) hamurunun kullanıldığı belirtilir.

Geyik: Birçok gelenekte reenkarnasyonu simgeler.

Köpek: Maya geleneğinde köpek, Güneş’i yolunda sevkeden ilahın sembolüdür.

Skarabe: Esas olarak Mısır’da rastlanan bu sembole Çin geleneğinde “Altın Çiçeğin Gizi” adlı kitapta, Maya geleneğinde ise Chilam Balam adlı kitapta rastlanır.

Kartal: Şamanizm’in ve Mayalar’ın temel sembollerinden biridir. Kökeni Orta-Asya olan çift başlı kartal sembolü Hititler’de, Selçuklular’da, Mayalar’da ve sembolü sonradan resmî amblem olarak benimseyen Rusya, Avusturya ve Arnavutluk’ta görülür. (Alacahöyük kapı sfenksindeki iki başlı kartal, iki pençesiyle iki dağın üzerinde duruyor biçimde tasvir edilmiştir.)

Üçgen: Maya geleneğinde ışığın ve tohumun sembolüdür. Uxmal tapınağındaki bir üçgenin içine, muhtemelen bir yıldızı gösterecek şekilde üç nokta konmuştur.

Yağmur: Rahmet anlamındaki yağmur, Mayalar’ın giysilerinde ve el yazmalarında iplerle, mimaride ise küçük sütunlarla simgelenir. (Maya geleneğindeki deyimlerden biri, Türkçedeki gibi, “yağmur sicim gibi yağıyor”dur. Maya geleneğinde yağmur yağdıran ilah, sarmal biçimli tasarlanır.

Yedi rakamı: Maya geleneğinde yedi rakamına yedi ışınlı taç olarak, yedi rakamının kelam ile ilişkilendirilmesine Popol-Vuh’ta rastlanır. Rakama ayrıca “göğün” yedinci katından inen, uygarlık getiren kahramanların babaları olan yedi Ahpu efsanesinde ve 12 yıldızın ortasındaki (onüçüncü) merkezî yıldızın adında (insan kalbiyle ilişkilendirilen ilahe-7) rastlanır.

Yer’in göbeği: Maya kutsal kitabı Popol-Vuh’ta atmaca, “Göğün Göbeği”nden “Yerin Göbeği”ne dikine iner, yılanı yutar, güneşle ilişkilendirilir, güneşe yalnızca böyle kuşların bakabildiği söylenir. Popol-Vuh’ta “Göğün” yedinci katından inen, uygarlık getiren kahramanların babaları olan 7 Ahpu, “Yerin kalbi”ne indiklerinde insan biçimine girerler.

Sarmal (spiral) ya da yılan: Mayalar’da rastlanılan başlıca yılan sembolleri gökyüzündeki iki başlı yılan, yedi başlı yılan, ağaçlı yılan, yumurtalarının çevresinde spiral biçimde çöreklenmiş yılan, iki “S” biçiminde kesişen çift yılan, iki noktalı (yıldızlı) yılan, veya içinde noktalar (yıldız konumları) olan “S” biçimli yılan, tüylü yılan, eski Mısır geleneğindeki gibi yaratılışla ilgili görülen ve Mısırca’daki aynı adla adlandırılan Mehen yılanıdır. Tüylü yılan (ilâh Kukulkan) kimi tasvirlerinde “S”ler çizen bir yılanla temsil edilir ve yılan içine, bir yıldızın yörüngedeki konumları gösteriliyor gibi, yuvarlak yeşim taşları yerleştirilir. Birçok gelenekte yılan kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz anlamda kullanılmıştır. Yılanın Mayalar’da göksel bir sembol seçilme nedeni muhtemelen, vücudunun gökcisimlerinin yörüngeleri şeklini alabilmesi, S’ler çizebilmesi özelliğidir.

Şimşek ve yıldırım: Popol Vuh’ta şimşek ve yıldırımdan Tanrı’nın yazılı kelamı, gök gürültüsünden ise sözlü ya da sesli kelamı olarak söz edilir.

Merdiven: Bu sembole Mayalar’da Popol-Vuh’ta ilahların kullandığı merdiven olarak ve Chilam Balam kitabında “Yer”i ve “Göğü” yapan ilahın, göğün ve suyun ortasından geçmek için, 1.Chouen tarihinde yaptığı ilk merdiven olarak rastlanır.

Oniki sayısı: Maya geleneğinde sıkça rastlanılan bu sayısal sembole Popol-Vuh’ta gök ilahına yardımcı olan 12 yıldız olarak rastlanır. Mayalar bu 12 yıldızı, ortalarına güneşi andıran bir büyük yıldız gelecek şekilde tasvir ederler ki, bu merkezî yıldızla birlikte, toplam 13 yıldız olmuş olur. Fakat onüçüncü yıldız yayın ortasında olduğu için yedinci yıldız konumundadır. Bu yüzden merkezî yıldıza “ilahe-7” denir. Mayalar ilahe-7 ile insanın kalbi arasında da bir ilişki kurarlar. Uxmal’da Devin Piramidi’nde tasvir edilen 12 yağmur ilahının bu yıldız-ilahlar olduğu sanılmaktadır. Maya geleneğinde 12 sayısına ayrıca 12 boynuzlu yılan başı olarak rastlanır.

Güneşsel obje: Güneş’i fiziksel olarak temsil eden objelere İnkalar’da, Mayalar’da, eski Mısır’da, Şamanizm’de, Anadolu uygarlıklarında ve diğer birçok gelenekte rastlanır.

Gök katları: Bu Şamanist sembole Mayalar’da da rastlanır. Mayalar’da, gökyüzü anlamında kullanmadıkları “Gök katları” 13’tür.

Yaşam ağacı: Mayalar, “Yer” ile semavi âlem arasındaki irtibatı simgeleyen “yaşam ağacı”nı çoğu zaman iki dallı olarak, T (Tau) biçiminde tasvir ederler.

Daire: Maya dilinde dairenin adı aynı zamanda “yasaları koyan İlâhî İrade” anlamına gelen “Uol”sözcüğüdür.

Tüy: Kuş tüyünün özellikle eski Mısır, Maya, İnka, Amerika kızılderilileri ve Asya Şamanizmi geleneklerinde önemli bir yeri vardır. Hakikatin, doğruluğun, ilâhî adaletin, hafifliğin ve -göğe çıkmada kuşların en büyük yardımcı unsuru olduğundan- yükselmenin sembolü olarak kabul edilir.

Kuş: Mayalar’ın ve K. Amerika kızılderililerinin geleneklerinde kuş sembolü, daha çok ilahlarla ve Yaratıcı’yla ilişkilendirilmekle birlikte, ölenlerin ruhlarının kuşla simgelenmesi sembolizmi bu geleneklerde de mevcuttur.

Irmak: Maya geleneğinin yanı sıra, Şamanizm, Grek, Gal geleneklerinde de görüldüğü gibi, ırmaklar, cennetle ilişkilendirildikleri kadar cehennemle de ilişkilendirilir.

Yaratılış

Maya geleneğine göre yeryüzündeki canlılar bugüne dek her biri çok uzun zaman dilimlerini kapsayan ve tufan benzeri yıkımlarla sona eren dört çağ ya da devir geçirmiştir. Mayalar’ın kutsal kitabı Popol Vuh ’a göre çok eski çağlarda devler de yaşamış ve yarı-ilahlar devleri öldürerek “devler çağı”nı bitirmişlerdir. Şimdi beşinci çağda bulunmaktayız. Şimdiki dünya, bir haçın uçları gibi dört yönde yerleşmiş dört kardeş koruyucu (Bacab’lar) tarafından taşınmaktadır.

Mayalar’ın kutsal kitaplarından Popol-Vuh’ta, yaratılış, dünyanın meydana getirilişi ve daha sonraki bir çağda ataların imal edilmesi hakkında şu sözler, Mayalar’ın yaratılışla ilgili inanışları hakkında bir fikir vermektedir:

“Ses fiil demektir, kelam yaratılış demektir. Yer, kelam ile yaratıldı. Kelam yedi rakamı oluşturularak geldi.(…) O devirdeki varlıklar şekilsizdi. Konuşmasını biliyorlardı. Daha güneş görünmüyordu.(…) İlahlar dördüncü çağın ilk insanlarını ise yoğurarak oluşturdular. Dördüncü çağın ataları olarak önce dört erkek yaptılar, sonra erkekler uyurken kelam yoluyla onlara dört kadın yaptılar. Bu atalar, ilahlara benzer olarak yapılmışlardı, benzerleriydi, mükemmeldiler. Gördükleri her şeyi öğreniyor, anlıyorlardı. Bilgi ve bilgeliklerini (sanatkarlıklarını icra ederek) taşlara, dağlara, doğaya yansıttılar. İlahlarla aynı dili konuşuyorlar ve birbirleriyle mükemmel biçimde anlaşıyorlardı. Sonunda her şeyi bildiler ve Yer ve Göğün dört köşesini, dört yönünü incelediler. Fakat ilahlara denk olmaları ilahların hoşuna gitmedi; böyle olunca ilahlarla insanlar arasında ayrım kalmıyordu. Bu yüzden büyük ilahlar insan-ilahların, yani ataların gücünü sınırlama kararı aldı. Bir aynanın yüzünün buğulanması gibi ataların gözlerini kararttılar, artık insanlar ancak kendilerine yakın olanı görebileceklerdi. ‘Güneşin doğduğu ülke’de yaşayıp çoğaldılar.”

Üç âlem kavramı

Asya Şamanizmi’ndeki üç alem kavramı Maya Şamanizmi’nde de görülür. Yer, yeraltı alemi ve ilahi olan ruhsal gök. Nasıl Asya Şamanizmi’nde yeraltı alemi ve ruhsal gök, katlara ayrılıyorsa, Maya geleneğinde de böyle katlara ayrılır. Aralarındaki en önemli fark sayıdadır. Aztek mitolojisi geleneği gibi, Maya geleneğine göre de, ruhsal gök 13 “gök katı”ndan oluşurdu. (Asya Şamanizmi’nde bu sayı genellikle 7, 9 veya 12 olur.) Yeryüzü ile ilâhî alem arasında bu ortamlardan en aşağıdaki ya da en yoğun ve kaba olanı insanların yaşadığı yeryüzü idi. Her gök katında Oxlahuntikú adı verilen 13 ilah bulunurdu. Yeraltı alemi öte-alemin alt= kısımlarını, kötü kısımlarını, gök katları ise üst ve ışıklı kısımlarını oluşturuyordu. Vecd veya trans halinde gök katlarına çıkacak her şamanın göğe çıkmadan önce öte-alemin en alt, en kötü ve korkunç tabakaları olan yeraltı alemine inmesi gerekirdi. Maya geleneğinde yeraltı alemi, Asya geleneklerinde de rastlandığı gibi, 9 katlıdır. Burada ikamet edenlere ise Bolontikú adı verilir. Maya cehennemini oluşturan bu katlara Mitnal denir. Yeraltı alemi ölüm ilahı Ah Puch’un egemenliğindedir.

Yine Şamanizm’deki üç âlemi irtibatlandıran “yaşam ağacı” kavramı, Maya geleneğinde de bulunur. Yeryüzündeki pek çok gelenekte karşılaşılan yaşam ağacına Maya geleneğinde Yaxché adı verilir; kökleri yeraltında olan bu ağacın dalları gök katlarına uzanır.

Maya dininde ölüm

“Ölmek” sözcüğü Popol-Vuh kitabını yazanların torunları olan Chorti kızılderililerinde aynı zamanda “yolculuk” anlamına gelir. Chorti’ler ölen kimsenin öte-âleme, ucu Tanrı’nın elinde olan bir iple çekilerek göçtüğüne inanırlar. Bu inanışa Asya Şamanizmi’nde de rastlanır. Astral beden ya da esîrî beden kavramı Mayalar’da da mevcuttu. Bireyin bu ikinci “can”ına, ruhsal ikinci benliğine ya da eş varlığına way adını verirlerdi. Bu kavram hâlen bugünkü Mayalar’da mevcuttur.

Maya dinine göre ölüm olayından sonra ikinci canı ya da way adı verilen ruhsal varlığı transtaki şamanların yolculuğu gibi bir yolculuk yapar. Önce Xibalba (yeraltı alemi) yolunu tutar; oradaki bekçi köpeğin (xoloitzcuintle) yardımıyla bir ırmağı geçmesi gerekir. (Bir ortamdan diğerine geçmeyi simgeleyen, öte-alemdeki ırmağın geçilmesi sembolizmine Asya Şamanizmi’nde ve pek çok gelenekte karşılaşılır.) Gök katlarından birinde, hak edebilmiş olan ruhsal varlıkların ulaşabileceği, mutlu olunan bir cennet vardır.

Mayalar’da ruh göçü kavramının olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır; kimilerine göre, ruh göçü kavramına diğer Kolomb-öncesi Amerika uygarlıklarında ve kimi Kızılderililer’de rastlandığı gibi, Mayalar’da da rastlanmakla birlikte, Mayalar’daki ruh göçü kavramı Hinduizm’dekinden farklıydı. Bu inanışa ait izlere kral Pacal’ın yeniden doğması hikâyesinde ve Popol-Vuh’taki ikizlerin öyküsünde de rastlanır. “Atalar kültü”nün de bulunduğu Mayalar’da ataların kafatasları muhafaza edilirdi. Maya kazılarında kristal kafataslarına da rastlanmıştır.

Yaratılış Efsanesi

Mayaların yüzü aşkın tanrısı olduğu söylenmektedir. Bugün, bunların yaklaşık kırk tanesi biliniyor. Aşağıda, önemli tanrıları inceleyeceğiz. Her dinde olduğu gibi, Maya dininde de bir yaratılış hikayesi vardır. Mayaların Yaratılış Efsanesi ise Maya Mitolojisine göre aşağidaki gibidir;

Maya dininin yaratılış efsanesini, Popol Vuh ve Chilam Balam isimli kutsal kitaplarda öğreniyoruz. Popol Vuh, bugüne kadar bulunan en büyük Maya belgesidir. Popol Vuh, 17. yüzyıl civarında çevrilmiştir. Yaratılış efsanesi, dünya yaratılmadan önceki şeyleri anlatarak başlar:

Başlangıçta sonsuz karanlığın içinde yalnızca yukarıda gökyüzü, aşağıda deniz vardı. Hareket edecek ya da gürültü yapacak hiçbirsek olmadığı için sakin ve sessizdiler. Yeryüzü henüz sulardan yükselmemişti. Otlar ve ağaçlar, taslar, mağaralar ve koyaklar, kuşlar ve balıklar, yengeçler, hayvanlar ve insanlar daha yaratılmamıştı. Kükreyecek ya da gürleyecek hiçbir şey yoktu, çünkü yalnızca yukarıda boş gökyüzü ve aşağıda sakin deniz vardı.

Suyun içinde yeşil ve mavi tüylerinaltına yaratıcılar gizlenmişti. Bu büyük düşünürler suyun içinde sessizce konuştular. Evrende gecenin sonsuz karanlığında yalnızdılar. Birlikte ne olacağına karar verdiler. Birlikte yeryüzünün sulardan ne zaman yükseleceğini, ilk insanin ve tüm diğer canlı türlerinin ne zaman doğacağını, bu canlı varlıkların yasamak için ne yiyeceklerini ve şafağın dünyayı soluk ışık seline ilk ne zaman boğacağını kararlaştırdılar.

“Yaratılış başlasın!” diye heyecanla seslendi yaratıcılar, “Boşluk dolsun! Deniz çekilsin ve yeryüzü ortaya çıksın! Dünya, uyan ! Böyle olsun !” Ve yeryüzünü yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Sislerin arasından, bir toz bulutunun içinden dağlar ve vadiler denizden yükseldi ve çam ve selvi ağaçları zengin toprakta kök saldılar. Tatlı sular, dağların yamaçlarında ve vadilerin içinde dere olup aktılar.

Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz, düşündük ve tasarladık” dediler; “Ve yarattığımız, kusursuz oldu !”

Sonra yaratıcılar sordular; “Yarattığımız ağaçlarınaltında yalnızca sessizlik mi olsun istiyoruz? Vahşi hayvanlar, kuşlar ve yılanlar yaratalım. Böyle olsun!”

Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu.”Siz geyikler, çalılıklar ve otlaklarda dört ayak üzerinde yürüyeceksiniz. Ormanda çoğalacak, ağaçların serin gölgesinde ve nehir kıyılarında uyuyacaksınız. Siz kuşlar, ağaçların dallarında ve sarmaşıkların arasında yasayacaksınız. Oralarda yuvalarınızı yapacak ve çoğalacaksınız”. Geyik ve kuşlara böyle buyruldu ve böyle yaptılar.

Ve yaratıcılar memnun oldular: “Biz düşündük ve tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu” Sonra yaratıcılar, yarattıkları canlılarla başka şeyler buyurdular. “Konuşun, seslenin ve bağırın, her biriniz yapabildiğiniz kadar. Bizim adımızı söyleyin, bizi övün ve bizi sevin. “

Fakat kuşlar ve hayvanlar bunu yapamazlardı. Çığlık atabilir, tıslayabilir ve ötebilirlerdi; ancak yaratıcıların adlarını söylemezlerdi.

Yaratıcılar, yaptıkları canlılardan hoşnut kalmadılar. Onlara dediler ki ,”Sizlere verdiklerimizi geri almayacağız. Ancak bizi övemediğiniz ve sevemediğiniz için, bunu yapacak başka canlılar yapacağız. Bu yeni yaratıklar sizlerden üstün olacaklar ve sizleri yönetecekler. Sizlerin kaderi onlar tarafından parçalanmak ve etinizin yenmesi olacak. Böyle olsun!”

Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları… Kendilerini övecek ve sevecek uysal ve saygılı bir canlı biçimlendirmeye karar verdiler. Önce çamurlu toprağa sekil vermeyi denediler; fakat bu malzeme, çok yumuşaktı. Hareketsiz ve zayıf bir yaratık oldu. Konuşabiliyorsa ama hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu.

“Çamurdan yapılmış yaratıklar hiçbir zaman yaşamayacak ve çoğalamayacaklar!” diye bağırdı yaratıcılar ve bu yaratığı yok ettiler.

Sonra yeni yaratıkları tahtadan oymayı denediler. “Bu malzeme tam bize uygun görünüyor! Sağlam ve dayanıklı.” dediler. “Bu yaratıklar insana benziyor ve insan gibi konuşuyorlar. Bunlardan pek çok yapalım. Böyle olsun!”

Tahtadan canlılar, yaşadı ve çoğaldılar; ama hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu ve içlerinde, yüzlerinde ruh, elleri ve ayaklarında kuvvet yoktu. Ciltleri sarı ve kuruydu,altında besleyecek kan dolaşmıyordu. Dört ayakları üzerinde anlamsızca dolaştılar ve yaratıcılarını düşünmediler.

“Tahtadan yapılmış yaratıklar yaşayıp çoğaltmak için yeterince iyi değil!” diye bağırdı yaratıcılar. Ve bu tahtadan yaratıkları yok etmeye karar verdiler.

Yaratıcılar, gökte özsuyundan büyük bir sel oluşturdular ve yeryüzüne döktüler. Tahta yaratıkların kafalarına vurdular ve onları ağaç gibi devirdiler. Sonra bir kartal, üzerlerine geldi ve gözlerini oydu. Bir yarasa, üzerlerine geldi ve kafalarını kopardı. Bir Jaguar üzerlerine atladı ve kemiklerini kırıp dağıttı. Yeryüzü, karanlıkla örtüldü ve aralıksız bir kara yağmur yağdı.

Güçsüz kalınca, düşmanları tahta yaratıklara saldırdılar. Küçük-büyük hayvanlar, onlara saldırdı. Sopalar ve taşlar, tabaklar ve çömlekler, onlara saldırdı. Aç bıraktıkları ve eziyet ettikleri köpekler, şimdi dişleriyle yüzlerini parçaladılar. Öğütmek için kullandıkları taşlar, şimdi onları öğüttüler. Ocak ateşi üzerinde yaktıkları kap kacaklar, şimdi yüzlerini yaktılar.

Umutsuzca yaşamları için savaşan tahta yaratıklar, evlerini çatılarına tırmanmaya çalıştılar; ama evler yıkıldılar ve onları yere attılar. Dallarında güvenliğe kavuşmak için ağaçlara tırmanmaya çalıştılar; ama ağaçlar, onları salladılar ve yere attılar. Mağaralara girmeye çalıştılar; ama mağaralar, kapandılar ve onlara sığınak olmayı reddettiler.

Birkaçı dışında tahta yaratıkların tümü yok olmuştu. Diğerleri, şekilsiz yüzler ve çeneleriyle sağ kaldılar ve onları suyundan gelenlere “maymun” adı verildi.

Yaratıcılar, sonra gecenin karanlığında görüşmek için toplandılar. Güneş, Ay ve yıldızlar, daha gökyüzünde yerlerini almamışlardı. “Yeniden bizi övecek ve sevecek yaratıklar yaratmayı deneyelim. Böyle olsun! Yeryüzünde soylu canlılar yasasınlar. Onlara biçim vereceğimiz malzemeyi arayalım.”

Dört hayvan, dağ kedisi, koyot, karga ve küçük bir papağan, yaratıcıların önüne geldiler ve onlara yakında bolca yetişen sarı ve beyaz başaklı mısırlardan söz ettiler.

Yaratıcılar hayvanların gösterdiği yola koyuldular. Mısırı buldular, öğüttüler ve bu yiyecekten soylu yarattılar biçimlendirdiler. “Böyle olsun!” diye heyecanla bağırdılar.. Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları.

Böylece dört “İlk Ata” yaratıldı. Yaratıcılar, gövdelerini mısır unundan yaptılar. Öğütülmüş sarı ve beyaz mısırdan içecekler yaptılar ve bunlar yeni yaratıklarına kas ve et oldu ve bunlarla birlikte güç vermek için onları beslediler.

Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz, düşündük ve tasarladık.” dediler. “Ve yarattığımız, kusursuz oldu!”

Bu dört “İlk Ata”, insan gibi görünüyor ve konuşuyordu. Çekici, akıllı ve bilgeydiler. Çok uzakları görebiliyorlardı. Dağlar ve vadiler, ormanlar ve çayırlar, okyanuslar ve göller, ayaklarınınaltındaki yeryüzü ve başlarının üstündeki gökyüzü onlara doğalarını açık ettiler.

Dört İlk Ata, dünyada görülecek her şeyi gördüklerinde, gördüklerinin değerini anladılar ve yaratıcılarına teşekkür ettiler. “Bizi yaratıp sekil verdiğiniz için size teşekkür ederiz.” dediler. “Bize görme, duyma, konuşma, düşünme ve yürüme yetenekleri için size teşekkür ederiz. Büyük ve küçük, uzak ve yakın her şeyi görebiliyoruz. her şeyi biliyoruz ve size teşekkür ediyoruz!”

Yaratıcılar, artık memnun değildiler. “Amaçladığımızdan daha iyi yaratıklar mı yarattık? Çok mu kusursuzlar?” diye birbirlerine sordular. “O kadar bilgili ve bilgeler ki, bizim gibi tanrı mı olacaklar? Daha az görsünler ve bilsinler diye görüşlerini mi azaltsak? Böyle olsun!”

Böyle konuştu yaratıcılar ve yarattıkları varlıkları değiştirdiler. Gözlerine sis üflediler ki yalnızca yakınlarında olanları görsünler. Böylece yaratıcılari dört İlk Ata’nın sahip oldukları bilgi ve bilgeliği yok ettiler.

Yaratıcılar, atalarımızı yaratıp böyle biçimlendirdikten sonra dediler ki : “Simdi İlk Atalar için özenle eşler yaratıp biçimlendirelim. Eşleri, onlar uyurken gelsinler ve uyandıklarında onlara mutluluk vermek için orada olsunlar. Böyle olsun!”

Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları. Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz düşündük ve tasarladık.” dediler “ve yarattığımız kusursuz oldu!”

Bir süre sonra yaratıcılar, İlk Atalar ve Analar’a benzeyen birçok insan daha yaptılar. İnsanlar, karanlıkta yaşayıp çoğalıyorlardı, çünkü yaratıcılar, daha ne Güneş’i, ne Ay’ı, ne de yıldızları, herhangi bir ışık biçimi yaratmışlardı. Hem açık, hem koyu tenli, hem varlıklı, hem yoksul ve farklı diller konuşan çok sayıda insan, doğuda bir arada yaşıyordu.

Tanrılarının hiçbir görüntüsünü yapmadılar, ama yaratıcılarını unutmadılar ve sevgi dolu ve uysaldılar. Yüzlerini göğe kaldırıp dua ettiler: “Ey yaratıcılar! Bizimle kalın ve bizi dinleyin! Işık olsun! Şafak olsun! Gündüz olsun! Şafak dünyayı soluk ışığa boğsun ve Güneş onu izlesin. Güneş her gün aydınlanarak gökyüzünde parladıkça, bize soyumuzu sürdürmemiz için kızlar ve oğullar bağışlayın. Bize iyi, yararlı ve mutlu yasamlar verin ve bize barış verin!”

Bu sözlerle insanlar, Güneş’i yükselip yaratıcıların yaptıkları basamaklarıaltın ışınlarıyla aydınlatmaya çağırdılar.

“Ve öyle olsun!” dedi yaratıcılar “Işık olsun! Evrenin şafağında, tüm yarattıklarımızın üstünde sabahın erken ışığı parlasın! Çünkü biz düşündük ve tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu!”

Ve onu yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Güneş, sulardan yükseldi vealtın ışınlarını yeryüzüne saçtı. Büyük ve küçük hayvanlar koyakların serin gölgesinde ve nehir kıyılarında ayağa kalktılar ve doğan güneşe yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve yılan tısladı. Kuşlar, kanatlarını açtılar ve şarkı söylemeye başladılar. İnsanlar, tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerin çevresinde dans ettiler. Çünkü yaratıcılar dünyayı ışıkla aydınlatmışlardı ve kusursuzdu.

Maya tanrılarını inceleyecek olursak; Tanrı Kukulkan, Mısır Mitolojisindeki Thoth gibi, bilgi tanrısıydı. Kendisine Quetzalcoatl, Viracocha, Ahau Kin veya Tüylü Yılan da denilirdi. Dört ana elementin de tanrısıydı. Dört ana elementin simgesi olan canlıların da tanrısıydı.

Hava — Akbaba

Toprak — Mısır

Ateş — Kertenkele

Su — Balık

Efsaneler, Kukulkanın Doğu ufkunda belirip, denizden geldiğini söylüyor. Atalarına dokumacılıktan tarıma, astronomiden mühendisliğe dek birçok şey öğreten bu tanrının fiziksel özellikleri ise, Mayaların tasvirine göre, Mayaların aksine, beyaz tenli, açık renk gözlü, açık renk saçlı, uzun boylu bir tanrı. Elinde de sürekli bir asa taşıyor. Bu dönemde Mayaların daha hiç birbeyaz adam ile karşılaşmamış olduğu düşünüldüğünde, bu tanımlama oldukça ilginç geliyor. Üstelik, Kukulkanın uzun bir de sakalı var Mayalarda hiç olmayan bir şey bu, çünkü genetik olarak sakalları çıkmıyor!

Mam, ilk suyu döken tanrıça diye de adlandırılır. Kukulkan’ın eşidir. Dokumacılık sanatının yaratıcısıdır. Kahraman ikizler İxbalanque ve Hunaphu’nun büyükannesiydi. İxbalanque ve Hunaphu hakkında bir efsane vardır; Dünya ve canlıların yaratılmasından kısa bir süre önce, İxbalanque ve Hunaphu (kahramanlar) yeraltı dünyası tanrısına meydan okurlar. Ancak tanrıya giden yoldaki bazı tuzaklardan kurtulmalıdırlar. Birçok tuzağı geçtikten sonra yarasa dolu bir odaya girmek zorunda kalırlar. Orada ölüm vampiri, Hunaphu’nun kafasını koparır. Sonra yeraltı tanrıları bu kafa ile bir çeşit top oyunu oynarlar.İxbalanque, tanrılara çaktırmadan Hunaphu’nun kafasını bir tavşanla değiştirir. Tanrılar tavşanı atınca, tavşan koşmaya başlar ve kaçar. Tanrılar da şaşırır, tavşanın peşinden giderler. İxbalanque,kardeşinin kafasını yerine takarak onu canlandırır. Yeraltı tanrıları geri döndüklerinde iki kardeşin de sağ olduğunu görünce çok sinirlenirler. Kahraman kardeşler de yeraltı tanrılarına saldırdılar, onları alt= ettiler. Kötü tanrıların egemenliklerini yitirmesiyle evrendeki düzen rahatça kurulabilmiştir.

Mayalar bu top oyununu oynuyorlardı. Amaçları bu efsaneyi anmaktı. Oyuna oyun gibi değil de, kutsal bir tören gibi bakılıyordu. Çünkü oyunun çok derin anlamları vardı ve oyundan sonra tanrılara kurbanlar verilirdi. Kurbanlar genelde kaybeden takım olurdu. Kauçuk top ile oynanan bu oyunun amacı, topu kalça, omuz, dizde sektirerek oyun alanındaki deliklerden geçirmekti. Bu oyunu basketbolun atsıymış gibi görebiliriz.

Ayrıca bakınız

Dış bağlantılar

Orijinal kaynak: maya mitolojisi. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.

Footnotes

  1. and Josserand 2016

Kategoriler